Divan edebiyatı da denilen Klâsik Türk edebiyatı, üç büyük dilin (Türkçe, Farsça, Arapça) müşterek söz varlığı ile kendini ifade eden, ortak bir medeniyet havzasının tarihî, coğrafî, kültürel, dinî, felsefî ve sosyal birikimini estetik düzlemde yansıtan oldukça zengin ve kudretli bir sanat geleneğidir.
Bu edebiyatın tek tek sayılamayacak kadar çok zengin kaynak listesini dört büyük başlık altında toplamak mümkündür:
1. Din ve tasavvuf,
2. Bilim ve felsefe,
3. Tarih ve gündelik hayat,
4. Estetik değerler sistemi.
Dört ana başlık altında toplayabileceğimiz divan şiirinin dünyasına ait bu maddî ve manevî değerler, söz ve anlam sanatlarının verdiği imkânlar ile oldukça gelişmiş hendesî bir sistem çerçevesinde şaşırtıcı parıltılarla beyitler, gazeller, kasideler ve mesneviler içerisinde yerini almış ve asırların kalıcılık sınav dan başarı ile geçerek evrensel şiir anıtlarına dönüşmüştür.
Yazımızın konusu ve insanoğlunun ezelden ebede kadar vazgeçemediği temel meselesi olan aşk da bu edebiyatta en güçlü ve merkezî temalardan biri olarak yerini almış ve hayatın her alanı ile olan tayin edici alâkası sebebi ile, neredeyse bu edebiyatı bir aşk edebiyatı hâline getirmiştir.
Evet, aşk, divan edebiyatı içerisinde en temel unsur olarak yer almaktadır. Bütün yolların Roma'ya çıktığı gibi, divan şiirinde de aşk bütün ırmakların döküldüğü deniz, bütün çayların aktığı ulu ırmak ve bütün yolların açıldığı agora konumundadır.
Aşk bir taraftan beşerî ilişkilerin karmaşık yapısı içerisinde en cazibeli konuyu oluştururken; bir taraftan da güçlü ve zayıf yanlan, felsefî endişeleri, ahlâkî kaygıları ve dinî hassasiyetleri ile insanı ve bütün katmanları ile toplumu mistik ve metafizik arayışlar zemininde buluşturan, kaynaştıran, olgunlaştıran bir kesişme noktası, bir var oluş bilincidir.
İşte bu sebeple aşk, bir taraftan gündelik hayatı, insanlar arası ilişkileri oluşturan tarih ve sosyal hayat kaynağını ilgilendirdiği kadar; diğer taraftan da, klâsik edebiyatımızın kaynakları arasında saydığımız din ve felsefe bahsini de doğrudan alâkadar etmektedir. Aşk, bir taraftan beşerî ve tabiî bir ilişki (aşk-ı mecazî); diğer taraftan da hayatın ve varlığın oluş nedenine metafizik ve mistik boyutta açıklama getiren bir felsefe, bir dünya görüşü (aşk-ı hakikî) durumundadır.
Divan şiirinde aşk bütün bu tezahürleri ile oldukça önemli bir yere sahiptir. Klâsik edebiyatta, bütün müşahhas ve mücerret unsurların oldukça zengin bir estetik sistem içerisinde mantıkî benzetmeler ve güçlü tasvirlerle tarif edildiği gibi, aşk da son derecede gelişmiş bir anlayışla çeşitli benzetmelere, tasvir e teşbihlere konu olmuştur. Çok gelişmiş bir benzetme yönü (yech-i şebeh) sistematiği içinde gerçekleştirilen bu teşbihler, istiareler ve tasvirler, divan şiirinin en renkli yanını teşkil eder. Denilebilir ki, aşk, divan şiirinde olduğu kadar hiçbir edebî gerekte bu kadar zengin çağrışımlara, beşerî ve mistik açılımla birlikte yansıtma başarısına konu olamamıştır.
Biz bu yazımızda "aşk" fenomeninin divan şiiri içerisindeki yerini ve konumunu en güzel şekilde yansıtan seçme beyitleri ele alacak, onların metnini, arkasından anlaşılabilir bir şekilde düz yazıya çevirisini verip, daha sonra da bu beyitlerin açıklamalarını yapmaya çalışacağız.
Uçsuz bucaksız aşk ummanından alarak küçük sayılabilecek bir yazının kabına sığdırmaya çalıştığımız bir damla ile, okuyucuya divan şiirinin kalbinde yer alan aşk anlayışını duyurmaya çalıştık. Aslında bu yazı, ilerde kaleme almayı düşündüğümüz ve klâsik Türk edebiyatındaki aşkı bütün boyutları ile ele alacak olan Aşk Kitabı'nın bir dibacesidir.
Şimdi sözü aşka ve aşkın mucize dilli papağanları olan divan şairlerine bırakabiliriz:
AŞK: SULTAN
Ezelden şâh-ı aşkun bende-i fermânıyuz cânâ
Mahabbet mülkinün sultân-ı âlî-şânıyuz cânâ (1)
Ey can! Ezelden beri aşk-padişahının emir kuluyuz... (İşte bu yüzden de), sevgi ve muhabbet ülkesinin anlı şanlı sultanıyız.
Bakî'ye göre aşk, öyle bir padişahtır ki, gönül ülkesinin mutlak hâkimidir. O, şair Necati'nin de
Gelicek gam mülkine cân karşu çıkar
Nasıl izzet itmesün memleket sultânıdur
beytinde dediği gibi:
Gam, kendi ülkesi olan gönüle geldiği zaman, can karşı çıkar. Can nasıl saygı göstermesin ki, o (gam), bir memleket sultanıdır.
Burada "gam"dan kasıt, aşktır. Çünkü gam, aşk sebebiyle çekilen acıların adıdır. Bu yüzden gam, şiirde çoğunlukla aşk yerine kullanılmıştır. Necati'ye göre, aşk sultanı, maiyeti olan gam, sıkıntı, belâ ve mihnet ile birlikte gönül ülkesini istilâ ettiği zaman, can onu karşılamak için kapıya çıkar. Çünkü gam bir memleket sultanıdır ve onu saygı ile karşılamak gerekmektedir. Bu "karşu çıkar" ibaresinde, çıkıp gitmek, bir yeri terk etmek anlamı da bulunmaktadır. Yani aşk bir kalbe geldiği zaman can artık orda duramayacağını anlar ve bedeni terk edip gider.
Bakî, ta ezelden beri, yani elest bezminde, en yüce sevgili olan Allah'ın fermanına baş eğen âşığın, bu teslimiyeti ile basit bir canlı varlık (hayvan) kategorisinden kurtularak yüceldiğini ve sevgi muhabbet ülkesinin anlı şanlı sultanı hâline geldiğini söylüyor.
Bakî'nin aşağıdaki şiiri de aynı duygu ve düşüncelerle kaleme alınmıştır:
Bâkıyâ kankı gönül şehrine gelse şeh-i aşk
Bile endûh u belâ hayl ü haşem gibi gelür (2)
Ey Bakî! Aşk padişahı hangi gönül şehrine gelse, sıkıntı, gam ve belâ da maiyetindeki görevliler gibi onun yanında beraber gelirler.
Aşk padişahı hangi gönül şehrine gelse, onun maiyeti ve hatta ordusunun askerleri olarak sıkıntı, gam, belâ ve keder de birlikte gelir ve âşığın kalp şehrini istilâ ederler. Âşık ise bu istilâdan son derecede memnundur ve karşılığında canını ve başını bu padişaha hediye olarak sunmaktan büyük keyif almaktadır.
15. yüzyılın orijinal şairi Tacizâde Cafer Çelebi de bu can-aşk veya can-gam karşıtlığı ile ilgili şu güzel beyti kaleme almıştır:
Cân misâfirdür bugün yarın göçer ey aşk sen
Gitme andan incinüp billâh derûnumdan benüm (3)
Ey aşk! Can (bu tende) misafirdir; bugün yarın göçer gider.
.. Allah için, incinip de benim gönül evimden sakın gitme!
Cafer Çelebi'nin, her bir mısrası tam anlamıyla berceste özelliği taşıyan bu beyti, aşka olan ihtiyacı ne güzel dile getirmiştir! Şaire göre, can, bedende misafirdir. Bir gün muhakkak ölümle bu evi terk edip gidecektir. Aşk ise, aslında bu viran evin, bu yıkık sarayın gerçek sahibidir. Ancak, gönül sarayının sultanı olan aşkın orada durması için, canın çekip gitmesi gerekmektedir. Can, orada bulunduğu sürece, evin asıl sahibi olan aşk, rahatsız olacak ve belki de gitmeyi düşünecektir. İşte bu durumda âşık, gönlünün sahibi olan aşka hitap ederek, canından incinip derunundan gitmemesi ricasında bulunmaktadır.
Muhammed Nur Doğan
Divan Şiirinde Aşk
Etiketler: MAKALELER
Subscribe to:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 Comments:
Yorum Gönder